top of page

DOSTLAR, ANILAR, KİTAPLAR

"TUTUNAMAYANLAR"I ANLAMA KILAVUZU-4

5. V. Nabokov: SOLGUN ATEŞ

Nabokov, Solgun Ateş romanını 1962’de yayımlar. Üzerinde onca araştırma, inceleme yapılmasına karşın romanın bugün bile kimi gizemleri çözülememiştir. James Joyce’un Ulysses’le yarattığı tartışmaya benzer bir tartışma, Solgun Ateş için de sürmektedir. Sanki Nabokov: “Alın size bir gizem küpü, bulmacalarla yüklü kitap. Yıllarca uğraşın, kafa yorun, tartışın.” demiş; geri çekilmiş ve çekildiği köşeden gizemi çözmeye çalışanlara gülmüştür (Bana da gülüyordur çünkü kitabın gizemini tam anlamıyla çözmüş değilim. Bu yazıyı yazarken kimi yerlerini yeniden okudum; altını çizdiğim, not düştüğüm yerlere baktım ama hâlâ birçok gizem, gizemliğini koruyor benim için.).Bu romanın hangi yanı Tutunamayanlar’a sızmış?

 

Solgun Ateş, bir ön sözle başlar; John Shade’nin yazdığı “Solgun Ateş” başlıklı 999 dizelik bir şiirle sürer (“Solgun Ateş”, Shakespeare’nin “Atinalı Timon” adlı oyunundaki bir dizede geçen “pale fire” sözüdür. Gizem de burada başlar: Neden “Atinalı Timon”dan alınan bir söz şiire başlık olmuştur?). Daha sonra bu şiirle ilgili açıklama ve yorumlamalar gelir. Ön sözü yazan, açıklamaları ve yorumları yapan Charles KİMBOTE adlı bir üniversite öğretim üyesidir. Anlatılara bakılırsa Kimbote, ülkesinden kaçan Zambla Kralı’dır ve şiiri de kendi yaşam öyküsünün içine yerleştirir ama Kimbote’nin doğru söyleyip söylemediği belirsizdir çünkü kimi anlatımları tutarsızdır.

 

Tutunamayanlar’ın 113. sayfasında 600 dizelik DÜN, BUGÜN, YARIN adlı bir şiirle karşılacaksınız, Orhan Veli’nin deyişiyle “sakın şaşırmayın!” bu şiir de neyin nesi diye. Şiir, beş “şarkı”dan oluşur. (Okuyucu, “şarkı” sözcüğünün neden kullanıldığını ve şiirin adının neden “Dün, Bugün, Yarın” olduğunu düşünmelidir. “Türkü”, “şarkı” ayrımı ve “tarihsel materyalizm” ipucu olabilir.) Ardından da bu şiirle ilgili Süleyman KARGI’nın yorumları (Bu yorumları yapanın da Selim Işık olduğunu okuyucu sonra anlayacaktır.) gelecek. Yorum bölümü 103 sayfadır (139-243 arası.). Bu bölümde şiir eleştirisiyle alay edilir; Selim’in yaşamı, kimi zaman abartılı, kimi zaman alaysamalı, kimi zaman destansı bir biçemle (üslup) anlatılır. (HEGEL’in uydurma yaşam öyküsü ve Hegel oluşu da bu bölümün içindedir.) Şiir ve o şiirle ilgili yorum, ilk kez Solgun Ateş’te mi karşımıza çıkar? Hayır, bizde Nabokov’dan çok önce, 1869’da Ziya Paşa Zafername adlı yapıtında bu kurguyu çok başarılı bir biçimde kullanmıştır. Nabokov, Solgun Ateş’in kurgusunu Ziya Paşa’dan esinlenmiş olabilir mi? Bilemem ama Ziya Paşa’nın Zafername’sini Oğuz ATAY’ın okuduğunu sanıyorum.

Tutunamayanlar’ın bu bölümü bu iki kitaptan sızmış gibi.

 

6. Ziya Paşa: ZAFERNAME

Zafername, divan şairlerinin padişahın kazandığı bir savaş üzerine, padişahı övmek, göklere çıkarmak için yazdıkları, genellikle “kaside” biçimindeki şiirlerdir. Ziya Paşa’nın Zafername’si, Âli Paşa’yla ilgilidir. Girit’te ayaklanma belirtileri vardır. Padişah, Sadrazam (başbakan) Âli Paşa’yı bu isyanı bastırması ve Girit sorununu çözmesi için görevlendirir. Âli Paşa, Osmanlı donanmasıyla Girit’e gider; İngiliz ve İtalyan donanmalarıyla karşılaşır, bir mermi bile atamadan geri döner. Ziya Paşa, 1869’da Cenevre’de kaçaktır. Bu olayı öğrenir ve ünlü eleştirisi Zafername’yi yazar.

 

Zafername, divan yazınında “tariz” (tersinleme, tersini söyleyerek alaylı bir biçimde yerme) adı verilen sanatın en güzel örneklerinden biridir. Yapıt, otuz üç beyitlik bir kasideyle başlar; kasideyi Âli Paşa’ya bir kıta övgü şiiri yazdığı için İzmit’e mutasarrıf (Tanzimat’tan sonra yönetim birimleri vali, sancak, kaza vb. biçimde sıralanıyordu. Sancak biriminin yöneticisi de mutasarrıftı.) olarak atadığı önemli yandaşlarından birinin, İzmit Mutasarrıfı Fazıl Paşa’nın, ağzından yazar. Bununla yetinmez. Kasideyi, Karantina kitabetinden emekli olan Hayri Efendi’nin ağzından “tahmis” eder. (Tahmis, divan yazınından bir gazel ya da kasidenin her beytinin üzerine, üstteki beyitle uyaklı üç dize eklenerek oluşturulan şiir.) Bununla da yetinmez. Bilgisiz ve kültürsüzlüğü herkesçe bilenen ve Âli Paşa yandaşlarından Zaptiye Müşiri Hüsnü Paşa’nın ağzından yorumlar. (Zaptiye müşiri, bugünkü genel emniyet müdürü.)

 

Zafername, bir yergidir (hiciv) ama divan yazınında küfürlü yergiden farklıdır; boydan boya gülmece ögeleriyle örülmüştür. Zafername’nin bu özelliği de yapıta biçim olarak sızmış olabilir.

 

B- ROMANIN İÇERİĞİNE İLİŞKİN BİRKAÇ SÖZ

 

Tutunamayanlar’da geleneksel roman biçimini, olay örgüsünü, kişileri bulamayacaksın ey okuyucu! Bu yüzden alıştığın XIX. yüzyılın klasik gerçekçi romana ilişkin bütün ön yargılarından uzaklaş! James Joyce’un Ulysses’iyle Franz KAFKA’nın Dönüşüm, Dava, Şato gibi romanlarıyla başlayan “modern roman”ın bir örneğiyle karşı karşıyasın. Hayır, hayır, 1950’lerden sonra Vladimir NABOKOV’un romanlarıyla başlayan “postmodern” (modern ötesi) romanla kaşı karşıyasın. Olmadı, beceremedik; bir de şöyle söyleyelim: Bu iki roman anlayışını da görebileceğin, birkaç küçük anlatım pürüzü dışında (üçüncü kişi iyelik ekinin gereksiz kullanımının yol açtığı anlatım bozukluğu) doğru ve iyi bir Türkçeyle yazılmış “özgün bir anlatı” seni bekliyor. Roman yerine anlatı diyorum çünkü bu roman değil içinde şu güzel ülkemin insan ilişkilerini, toplumsal yapısını, devlet işleyişini alaysamalı bir dille gözler önüne seren bir “karşı roman”. Okuyucuyla oynanan güzel bir oyun. Zekânın adım başı “Ben buradayım.” diye bağırdığı bir anlatı, belki de Türkiyede yaşayan insanların yürek burkan, güldüren “mit”i ya da kısaca gülünç destanı.15. bölümde (s. 460-536.) Nurseli’nin Selim’le ilgili anlattıkları noktasız virgülsüz bir yazımla anlatılacak. Bunu bir düşün ey okuyucu! “Neden böyle yazmış Oğuz Atay?” de kendine çünkü romanda işlevsiz ayrıntıya yer yoktur. Aklına lise yıllarında öğrenmeye çalıştığın ama sana bir türlü sevdiremedikleri divan yazını (edebiyatı) gelsin. Divan yazını metinlerinde -şiir ve düzyazıda- noktalama işareti yoktur. Oğuz Atay bu biçimi Ulysses’ten etkilenerek kullanmıştır, bu doğru ama burada Selim’in aşkının anlatımı vardır. Âşık olmak, bir kadına bağlanmak “tutunma”nın “yumuşakçalaşma”nın kısaca “değişme”

nin başlangıcıdır. Bu durum, Günseli’nin ağzından o kesintisiz akışla okuyucuya ulaştırılmak istenmiştir. 328 sözcüklü tümceye gelince Nergisî’nin ya da Veysî’nin eski yazıyla üç sayfa tutan tümceler yazdığı anımsa. Halit Ziya’nın Fransızcanın sözdizimine özenerek yazdığı yüze yakın sözcükten oluşan tümceleri düşün, Oğuz Atay’ın sana hangi iletiyi ulaştırmak istediğini anlarsın. Ey Okuyucu! Yorulacaksın çünkü sürekli düşüneceksin.Oğuz ATAY, çok çıkışlı bir oyunun içine sokacak seni. İlk ön sözde (SONUN BAŞLANGICI) bu romandaki olayların gerçekten yaşandığını söyleyecek sana, ikinci ön sözde (YAYIMLAYICININ AÇIKLAMASI) bu “…kitaptaki olayların hayal ürünü olduğu[nu]…” öğreneceksin. “Oğuz Atay kardeş, dalga mı geçiyorsun benimle!” diye kızma sakın. O, “ön söz”lerle dalga geçiyor, seninle değil. Kendi romanıyla bile dalga geçecektir Oğuz Atay. Turgut ÖZBEN’e: “Sonra Olric ile birlikte istediğimizi yapacağız. Romanlar yazacağız, bitip tükenmeyen romanlar. ‘Tutunamayanların Sonu’, ‘Tutunamayanların Dönüşü’ gibi.” dedirtecektir. Selim IŞIK, kendisini İsa Peygamber’le özdeşleştirecek; sık sık İsa’dan söz edecek. İsa Peygamber’in yaşamını biliyorsan yani “İncil”i okumuşsan sorun yok. İsa’nın da bir “tutunamayan” olduğunu, dışlandığını biliyorsundur. Turgut ÖZBEN, Metin’le birlikte önce bir lokantada kafayı çekecek; sonra onu pavyon pavyon dolaştıracak, en sonunda bir geneleve sokacak, orada küçük bir olay çıkaracak (Ulysses’te de Stephen bir geneleve girer, olay çıkarır ve bekçiyle kavga eder.) ve “…Ben Turgut Özben, Danimarka Kralı’nın oğlu, Memalikiosmanın varisi, sizlere tarih kürsüsünden sesleniyorum…” diyecektir. Elbette sen Hamlet’i biliyorsan sorun yok, bağlantıyı hemen kurarsın zaten. Bilmiyorsan bir zahmet Hamlet’in özetini de olsa bir kez oku. O zaman, Hamlet’in babasının ruhuyla konuşmasından sonra rahatının nasıl kaçtığını, babasının ölümünü nasıl araştırdığını bildiğin için Turgut ÖZBEN’in Selim IŞIK’ın intiharıyla rahatının nasıl bozulduğunu, arkadaşının intiharını ve yaşamını nasıl araştırdığını da bildiğin için Turgut Özben’in “Hamletliğini” yadırmayacaksın. Zaman zaman bıyık altından güleceksin, zaman zaman “Evet ya, valla doğru!”, zaman zaman “Haydi be, olmaz öyle şey!”, kimi zaman da “Allah Allah, şimdi bu nereden çıktı?” diyeceksin. Sen de kendini yargılayacaksın benim yargıladığım gibi: “Turgut ÖZBEN gibi ‘yumuşakçalar’ sınıfına neden geçtim?” “Ben de gençliğimde Selim IŞIK gibi bir ‘tutunamayan’dım. Burjuva ve küçük burjuva değerlere başkaldıran biriydim, bugün de bu değerler içime sinmiyor ama…” diyeceksin.

 

Ne dersen de, bu 724 sayfalık anlatı seni ruhsal yönden geçmişe götürecek, bugüne getirecek. Tadını çıkar. Roman, dil tadı almak için okunur sakın unutma! Seni böyle yeni ya da yeniden okumalara yönlendirecek ne çok tümceyle karşılacaksın ey okuyucu! Gogol çıkacak karşına (Palto ve Ölü Canlar), Dostoyevski çıkacak, Gançarov çıkacak (Oblamov), İslam ilmihali çıkacak, Tevrat çıkacak ve “on emir”le karşılaşacaksın. Sonra birden Olric’le tanışacaksın. Olric’i görünce Turgut ÖZBEN’in öteki “ben”ini tanıyacaksın; boyun eğen, “evetefendimci” “ben”iyle. İstersen Turgut Özben’e “şizofren” tanısı koyabilirsin. İstersen Dostoyevski’nin Öteki adlı romanıyla ilişki kurabilirsin. Ya Don Kişot’a ne demeli. O, herkesin adını çok iyi bildiği, çok az kişinin okuduğu (İki cilt, yaklaşık 1500 sayfa.) Don Kişot’u anımsa. Don Kişot da Selim gibi bir “tutunamayan”dan başkası değildir. Şanso’yla Olric arasında da bir ilişki bulabilirsin, ikisi de efendilerine bağlıdır, ikisi de dobracıdır, ikisi de… Ha, bir de Charles Dickens’ın Büyük Umutlar’ındaki Olric var.  Seç, beğen; hangisiyle ilişki kurmak istersen kur. Selim Işık, Franz List’in “İkinci Macar Rapsodisi”nden söz edince bir zahmet, aç Youtube’u ve bu gizemli yalnızlık müziğini dinle ve anlamaya çalış. Nâzım Hikmet’in Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı’nını çağrıştıran “culusu humayun” imgesini görürsen aç o destanı, oku, oradaki o müthiş şiirsel müziği duy: “Yağmur çiseliyor / Serez Çarşısı dilsiz / Serez Çarşısı kör …

 

”Ey Okuyucu! Birçok kitapla göbek bağı var diye sakın küçümseme bu anlatıyı. Hiçbir özgün yapıt, birdenbire ortaya çıkmaz. Sümerler olmasaydı Tevrat, Tevrat olmasaydı İncil, Tevrat ve İncil olmasaydı Kur’an var olabilir miydi, diye bir düşün. Oğuz Atay’ın çok etkilendiği, James Joyce’un Ulysses’inin kaynağının Homeros’un ODYSSEIA’si olduğunu unutma sakın. Nabokov’un Solgun Ateş’inin, Stephan Knight’ın Gerçek Yaşamı’nın da başka kaynaklardan beslenerek yazıldığını söylememe gerek yok.

 

Ey Okuyucu, bu yazıyı bitiriyorum ama şunu bilmeni isterim: Buraya yazdıklarım, bu kitapla ilgili bendekilerin ancak yüzde onu. Hepsini yazmaya kalksam bir Tutunamayanlar da benden çıkar. Bir gün karşılaşırsak sen de merak edip sorarsan saatlerce söyleşiriz, saatlerce Tutunamayanlar yer, içeriz. Son bir alıntıyla tamamlamak istiyorum bu yazıyı ey okuyucu!

 

“Tutunamayan (disconnectus erectus): Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşüyle, insana benzer. Yalnız, pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer). Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez.” (s. 149.)

 

(Lütfen “Garip Yaratıklar Ansiklopedisi”ndeki bu bölümü sonuna kadar özenle okuyunuz.)

 

Alıntılar: OĞUZ ATAY, TUTUNAMAYANLAR, İletişim Yay., İst. 2008.

Nabokov, Sebastian Knight'ın Gerçek Yaşamı
Ziya Paşa, Zafername
bottom of page